Fransız düşünce tarihine ‘Yüzyılın Entellektüel’i olarak geçen ve De Gaule’nin ‘Fransa’nın ta kendisidir’ dediği Jean Paul Sartre, özgürlüğe kavuşmasını, ‘babasının ölümü’ne bağlıyordu.
“Jean-Baptiste’in ölümü hayatımın büyük olayıydı. Bu olay annemi zincirlerine döndürmüş ve beni özgürlüğe kavuşturmuştu” deyivermişti…
Eh, filozof olacak çocuğa, ‘Bu nasıl özgürlük anlayışıdır’ demek sanırım bize düşmez…
Ancak, hiçbir zaman toprak ile oynayıp kuşlara taş atmadan bir çocukluk geçiren Sartre’nin, bu dönemi anlatış biçimine kulak vermek de gerekir:
“Toprağı hiçbir zaman kazmamış ya da kuş yuvası aramamıştım; ot toplamamıştım ve kuşlara taş atmamıştım. Ama kitaplar, kuşlarım ve yuvalarım, evcil hayvanlarım, ahırım ve kırlarım olmuştu; kitaplık, bir aynada da yansıyan dünyaydı; onun genişliğine, çeşitliliğine, önceden kestirilemezliğine sahipti. İnanılmaz serüvenlere atılıyordum…”
Özgür olmayan yaşam yaşam değildir
Evet, kuşlar ve yuvaları, ahırı, kırları, özgürlük anlayışını şekillendirmişti Jean Paul Sartre’nin…
Bu özgürlük anlayışı, hayatının çocukluk evresinden sonraki tüm bölümünü de şekillendirmiş, bunu yapıtlarıyla, yaşamıyla, söyledikleriyle ortaya koymuştur…
Özgürlük öyle bir şeydir ki, yaşam boyu kurtulamayacağımız duygu ve düşüncelerimizdir…
İnsan benliğinin, doğuşuyla birlikte özünde yer alan bir duygu, bir düşünce sağanağıdır…
“Özgür olmadan olmaz kısacası. Hiçbir şey olmaz… Özgür olmayan yaşam yaşam değildir… Özgür olmayan düşünce de düşünce değildir…” deyip burada keseyim bence…
Yazının gidişatını sinemaya bağlamak iken amacım, kirli, puslu, artık tiksinti veren siyaset sarmalına savrulmayalım durduk yerde!..
Neyse efenim, sinema da ‘özgürlük’tür benim için aslında. Kırlarca özgürce koşmak ne kadar mutluluk verirse, güzel bir film de o kadar mutluluk verir…
Hele bu filmin içerisinde özgürlük var ise… Yol hikayeleri var ise… Başka coğrafyaların, başka başka insanların öyküsü var ise…
Hele böyle bir film çok güzel çekilmiş, iyi kurgulanmış, iyi oyuncularla hayat bulmuş ise, değmeyin keyfime o zaman…
Özgürlük filmi tavsiyesi
Madem öyle, işte 5 adet yol ve özgürlük filmi önerisi sizin için;
-Into The Wild-Özgürlük Yolu (2007)
-Im Juli-Temmuz’da (2000)
-True Romance-Çılgın Romantik (1993)
-Natural Born Killers-Katil Doğanlar (1994)
Ve tabi ki, kuşkusuz, kesinlikle:
-Thelma & Louise(1991)
(Çılgın Romantik’i, Katil Doğanlar’ı ve Thelma ve Louise’i içerdiği şiddet unsurları nedeniyle yol ve özgürlük kategorilerine sokmak istemeyenler olduğunu biliyorum, lakin asla umursamıyorum onları!..)
Elbette bu tavsiyeleri biraz daha artırabilirim zira bu tarzda daha birçok başarılı sinema örneği vermek mümkündür. Yol hikayeleri, özgürlük hikayeleri ile doludur sinema antolojisi. Ne güzel!..
O zaman, İzlemeden Olmaz bölümümüzün ilk sırasına, üstteki listemin son sırasındaki filmi, yani Thelma & Louise’i koyalım, ne dersiniz?..

İZLEMEDEN OLMAZ…
Bir arkadaşlık, özgürlük, inanmışlık ve YOL filmi
THELMA & LOUİSE(1991)
Film, mutsuz ev kadını olan Thelma ve monoton hayatından sıkılmış garsonluk yapan Louise’in hafta sonu tatili için arabayla şehir dışına çıkmalarıyla başlar. Arkansas civarında mola verdikleri bir barın otoparkında Thelma saldırıya uğrar. Louise son anda Thelma’yı tecavüze uğramaktan kurtarır ve saldırganı vurarak öldürür. Şimdi, olay yerinden uzaklaşmak, Meksika’ya doğru yola çıkmak vaktidir…

Hafıza kaybı ve bir intikam öyküsü
MEMENTO-Akıl Defteri(2000)
Akıl Defteri, kısa süreli hafıza kaybı olan bir adamın karısını öldürenleri bulma çabasını konu ediyor. Leonard Shelby, ucuz otel odalarında konaklayan ve sadece nakit para kullanan biridir. Şık giysiler giyip, Jaguar marka araba kullanan Leonard, dışarıdan iş adamı gibi görünmektedir. Fakat aslında hayatını karısına tecavüz edip öldüren kişiyi bulmak için adayan biridir. Ne yazık ki Leonard’ın bu yolda ciddi bir engeli vardır, yaşadığı, çok ender rastlanan ve tedavi edilemeyen bir tür hafıza kaybı. Her ne kadar hayatının ‘kaza’’dan önceki dönemlerini hatırlayabiliyorsa da, bazen 15 dakika öncesinde nereye gittiğini ve nerede olduğunu bile unutabilmektedir.

Ne sınıf, ne kültür farkı, tek gerçek: Sevgi
INTOUCHABLES-Can Dostum(2011)
Zengin bir iş adamı ve aristokrat olan Philippe, yamaç paraşütü yaparken geçirdiği kaza sonrası felç olur ve boynundan aşağısı kullanamaz hale gelir. Driss ise hapishaneden henüz yeni çıkmış bir işsizdir. Philippe 7 gün 24 saat boyunca bakımını üstlenmesi için Driss’i evine yatılı yardımcı olarak alınca ikisinin de dünyası değişecektir. Normal şartlar altında hiçbir zaman yan yana gelmeyecek bu ikili iyisiyle kötüsüyle hayatın tadını beraber çıkarmaya başlarlar.

VİZYONDAKİLER…
Marvel dünyası hayranlarına müjde
BLACK WİDOV(2021)
Scarlett Johansson’un Natasha Romanoff rolüne geri döndüğü Black Widow, mazisinden çıkıp gelen ailesiyle büyük bir tehdide karşı işbirliği yapmak durumunda kalan Black Widow’un hikâyesini anlatıyor. Black Widow olarak bilinen Natasha Romanoff, geçmişiyle alakalı tehlikeli bir komplo teorisi ortaya çıktığında, hayatının karanlık yönleriyle yüzleşmek zorunda kalır. Natasha, onu dize getirmek için hiçbir şey tarafından durdurulmayacak bir güç tarafından takip edilirken, bir casus olarak geçmişinin ve Avenger olmasının çok uzun zaman öncesinde kalmış, bozulmuş ilişkilerinin de üstesinden gelmelidir.

15 Temmuz gecesi darbecilere karşı direnenlerin gerçek hikayeleri
15/07 ŞAFAK VAKTİ(2021)
Çengelköy’de pastane işleten Cevdet’in (Erkan Petekkaya) ve çocuklarının öyküsünü izliyoruz. Siparişleri yetiştirmeye çalışırken köprüde bir anda darbeci askerlerle karşı karşıya gelen Cevdet’in yolu, işine geç kalan güvenlik görevlisi Güray (Tugay Mercan), küçük kızıyla birlikte köprüde sıkışıp kalan Mustafa (Serkan Ercan) ve diğer vatandaşlarla kesişir. Aynı anda Cevdet’in oğlu Yusuf (Baran Bölükbaşı) da Çengelköy’de mahalledekiler ve güvenlik güçleriyle birlikte darbecilere karşı mücadeleyi sürdürmektedir. O sırada hastanede ise doktor Aysel (Deniz Bolışık), sabaha kadar darbeciler tarafından vurulan vatandaşları kurtarmak için çaba göstermektedir.

16 yaş ve bir daha geri dönmeyecek zaman…
SPRİNG BLOSSOM-Paris’te Bahar(2021)
16 yaşındaki Suzanne, yaşıtlarından sıkılmaya başlamıştır. Her gün evden okula yürürken, bir tiyatronun önünden geçer ve bir gün, burada kendinde yaşça büyük bir oyuncuyla tanışır. Zaman geçer ancak Suzanne bu yabancıyı aklından çıkaramaz. Pembe bulutlar ve narlı limonatalar arasında gidip gelen bu ikili, can sıkıntılarına birbirleriyle cevap bulur ve aşık olurlar. 16 yaşın tazeliğini, renkleri, müziği ve oyunculuğuyla beyaz perdeye taşıyan bir ilk film: Paris’te Bahar, Cannes Film Festivali’nin ardından Toronto ve San Sebastian’da gösterildi.
