Max Beckmann, toplumsal değişime tanık olan pek çok Alman sanatçıdan biriydi. ‘Gece’ adlı yapıtı 1918 Kasım Devrimi’ni ve 1919 Mart’ında Almanya’da genel bir grevin toplum üzerinde bıraktığı etkileri yansıtmıştır.

Milyonlarca yıl içerisinde milyarlarca insan doğdu, büyüdü ve öldü. Ayrıca insanların yanında binlerce farklı canlı da doğdu, büyüdü ve öldü. İnsanı bir kenara koyup manzarayı ele aldığımızda her şey olması gerektiği çerçevede ilerlemeye devam ediyor gibi görünüyor.
Fakat İnsan olarak adlandırılan canlı, manzaraya dahil edildiğinde birçok problemin ortaya çıkmasına sebebiyet veriyor. Doğanın kanunları kendi içerisinde işlerken insan bu kanunlarında üzerinde bir varlık haline geliyor.
Kendi işleyiş akışının oluşmasını sağlıyor. Yaşanılan alanları bütün ondan önceki canlıları hiçe sayarak kendine tahsis ediyor ve kendi yaşam alanı içerisinde kendi işleyişini oluşturuyor. Ayrıca bu işleyişi oluştururken maalesef birçok kötü eylemi de gerçekleştiriyor.
İnsan aklının bütün bunlara bir cevabı varken oluşan durumun kendine avantaj sağladığı düşüncesinin arkasındaki kendi sonunu göremiyor.
İnsanın, insana verdiği zarar…
Dünya üzerinde kendisine ve çevresine yaşam zorunlulukları bir kenara bırakıldığına zarar verebilen tek varlık insandır. İnsanın bir başka insana verdiği zararı bir kenara bırakıp baktığımızda da çevresinde olan bütün canlılara tehdit unsuru olan bir varlık.
Bunların hepsine son dönemlerde daha çok tanık olmaya başlasak da insanı durdurmaya maalesef hiçbir şey yetmiyor. İnsan insandan başka her şeyin değersiz olması gibi bir düşünce yanılgısı ile hayata devam ediyor.
Deriden çantalar, ayakkabılar, büyük fastfood zincirleri, şehirleşme amacıyla yakıp yıkılan ormanlar ve daha bir çok bu gibi durum. Onlarca yıldır bu büyük zincirlerin her açıdan kurbanı olan canlılar. Bu durum karşısında duran insanların çoğu zaman çok büyük bir yanılgıyı da gözlerinden kaçırdıklarını görüyoruz. Bu konuyu bir sonraki yazımızda daha detaylı ele alacağız.
Bütün bu katletme eylemi yetmiyormuş gibi birde başımıza ezelden ebediyete artmayı hiç bırakmamış başka bir durum çıkıyor. İnsanın, insanın varlığının tehdidi olması. Onun en büyük düşmanı kendisi olması yetmiyor gibi birde kendisi gibi olanın düşmanı olması çıkıyor karşımıza.
Kendi yaşamı için başka bir benzeyenini alt ediyor. Ne zor…
Özellikle son dönemde tanık olduğumuz manzara içler acısı. Ortadoğu’nun kaotik haline bakın. Her gün her saat ölümle burun buruna geçen zamanı düşünün. Gerçekten son birkaç yılda gözlerimizin tanıktık ettiği görüntüleri önümüze alalım.
Aylan bebeği hala unutamadık. Ya ümran… O bakışları hala gözünüzün önünde değil mi ? Hatta ‘ben bir çocuğum’ diye ağlayan o küçük kız yavrumuz. Bakın o göz yaşlarına.
Belki de en acınası örneklerden biridir bunlar. İnsan insanın ne kadar soysuzca düşmanı olabilir ?

İşte bu kadar…
Okula gitmesi gereken çocukların sığınaklara koştuğunu gördüğümüz bu dünyada bu kadar. Daha çok yeni olan bayram için ülkesine dönen, henüz üç gün önce evlenmiş ve bir bombanın kurbanı olmuş. Sadece bunlarla yetmiyor. Savaş dışında birçok noktada insanın ne kadar düşmanlaşabileceğini görüyoruz.
Bazılarımız şanslı oluğunu düşünse de onlar da farklı bir sömürünün parçası oluyor. Bazılarımızı hızlıca bazılarımızı zamanla öldürüyorlar. Maalesef bunu yine benden olandan görüyorum.
İnsanın en büyük düşmanı insanmış…
Hepimiz hayatımızın belirli bir döneminde bunu gerçeği acı bir şekilde anlıyoruz.
Kabustan uyanmak
İşte karşımıza bir gerçek çıkarıyor Max Beckman. Özellikle en ünlü tablolarından bir tanesi olan GECE ile bizlere insanın insanla olan ilişkisine bir pencere aralıyor.
Beckman gerçekten ilk bakışta zor bir tablo ile bizleri baş başa bırakıyor. İnsanların belirli bir alana istiflendiği, sıkışık ve bunaltıcı bir kompozisyon görüyoruz.
“Bu kesinlikle şimdiye kadar kurulmuş en karmaşık ve korkunç kompozisyonlardan bir tanesi olarak tarihe geçmişti.
Genellikle vatanseverlik daha yüksek amaçlarla motive olan diğer sanatçılar, savaşın, baskının vb. olayların felaketlerini gösterdiler; Ayrıca işkence ve acı, çoğu zaman, savaşın adil çölleri olarak resmedildi. Fakat Beckmann gösterdiği acıda bir amaç görmez; hiç kimse için bir zafer, hiçbir tazminat, hiçbir övünme yoktur.
Bitmek bilmeyen acı ve kendi iyiliği için zulüm. Beckmann, özellikle insan doğasını suçlar ve bu ezici kendini suçlamadan fiziksel bir kaçış yok gibi görünüyor. Kurbanlar da saldırganlar da köşeye sıkıştırılmış durumda. Çıkış yok.

Yine de, garip bir şekilde, kompozisyon görsel olarak tatmin edicidir. Adeta usta bir marangoz tarafından eklemlenmiş bir yapıdadır. Ayrıca insanların birbirleriyle olan ilişkileri bu sıkışıklıkta kusursuz görünmekte.
Max Beckmann bu düzensizlik içerisinde bir düzen kurmuştur. Özellikle paralellikleri ve tamamlayıcı açılarıyla tasarım bu çarpık “yasa ve düzeni” göstermekle kalmıyor, renkler de iyi aralıklı ve düşünceli bir şekilde dağılmış görünüyor.
Beckmann bu renkleri alelade kullanmıyor. Renkler üzerinden de bu kompozisyonu ayrıca kuruyor. Sağ alt köşede duran kadının lacivert ve mor kıyafeti ortada ağzında pipoyla olan adamın pantolonu ve işkenceye maruz kalan adamın sağ ayağının altı.
Koyu lekeleri kompozisyon içerisinde dağıtıyor. Buna karşılık olarak mumların ve sağ alttaki korseli kadının üzerinde duran adamın yeleği sarının ne kadar dengeli bir şekilde dağıldığını da bizlere gösteriyor.
Max Beckmann ‘Gece’ eseriyle ne anlattı
Beckmann, önceki eserlerinde kullandığı Hıristiyan sembolizmini terk etmiştir. Görünürde kurtuluş yoktur. Dışarıdaki karanlıkta çapraz olan minik pencereyi bir umut sembolü olarak düşünebiliriz ama çokta umuda yer vermez.
Burada yoğun olarak hissedilen baskı buna müsaade etmez. Bizlere kaçacak bir alan bırakmamıştır.
Beckmann‘ın bizlere tasvir ettiği bu an Almanya’da dünya savaşından sonra görünen bir tavan arasıdır. Buranın bir tavan arası olduğunu bile anlamamıza müsaade etmez. Hemen önde gözümüze parlak bir cisim ilişmektedir.
Bir plak çalar. Adeta odada ki ıstırapları, acıları, çığlıkları bastırmak için parlıyor. Kulağımıza gelen melodisi bütün bu gerçekliğin sesi oluyor ve gözler önüne seriyor. İşte bu dünya bu kadar olan dünya…
En çarpıcı taraflarından bir tanesi bir kadın figürün orada asılı durması. Burada olan vahşet boyutunun ne kadar kuvvetli olduğunu anlamamız için başka bir unsur olarak duruyor orada. İşkencecilerin suratlarında ki soğukluğa ve normalliğe bakın.
Hiçbir şey yokmuşçasına piposunu tüttüren adam evin ergenin kolunu bükerken ne kadar sakindir. Gözleri bu işkenceyi yaparken başka yöne bakacak kadar da hissizdir.
Bugüne kadar gördüğümüz savaş görüntülerinin arka planını resmetmiştir aslında Beckmann. Sadece cepheyle kalmadığını insanların o sırada nasıl yaratıklara dönüşebileceğini gösterir bizlere. Savaşın sınırlarının nereye dayandığına bakmamıza işaret ediyor.
Geriye kalacak olanları düşündüğümüzde de resim bambaşka bir hal alıyor. Asılan adam tecavüze uğramış kadın zorla alıkonan çocuk.
‘’düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız
incecik yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda
tek başınayız. ‘’
Aynı yerde olduğumuzu unutmamak dileğiyle.