Dursun Ali Erzincanlı, “Ben konu olarak Ömer Halisdemir’i seçmedim. O, şair olarak beni seçmiş” dedi.
Dursun Ali Erzincanlı, Samsun Büyükşehir Belediyesi’nin interaktif dergisi ‘Samsun E-Dergi’ye konuştu.
Bazen şair bazen oyuncu bazen ise program sunucusu olarak ekranlarda tanınan Dursun Ali Erzincanlı ’nın Erzurum’dan İstanbul’a yaşam serüveni nasıl başladı?
Çocukluğumdan beri İstanbul’a hayrandım. Belki izlediğimiz filmlerin merkezinde İstanbul’un olması bu hayranlığa tesir etti, belki de okuduğumuz kitapların içinde İstanbul temalı tasvirlerin cezbetmesi etkili oldu, bilemiyorum.
Ama kendimi bildim bileli İstanbul hayallerimi süsledi. Çocukluğumu geçirdiğim evin oturma odasında duvara asılı olan İstanbul fotoğrafına dalıp gitmişliğim çok olmuştur.
Liseyi bitirdikten sonra Üniversite tercihimin ilk beş sırasını İstanbul’daki üniversiteler teşkil etti. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilgi-Belge Yönetimi Bölümü’nü kazanınca 1992 yılı itibariyle hayallerim gerçek oldu.

Bazen şiir kendini yazdırır
Hayat yolculuğunuzda belki de en çok şairlik yönünüz ağır bastı. Hem yazıp hem de okuduğunuz şiirlerinizle çok farklı bir pencereden bakmayı sağladınız. Gönül penceresinin ardında gizli olan şiir, size göre ne demek?
Şiir, birçok insanın hissettiği ama kelimelere dökemediği duyguların harflerle vücut bulmuş hali gibi… Yahut denizde de bir hayat var biliyorum fakat nasıl bir hayat? diye merak eden insanlardan birinin denizin dibinden dalıp inci, mercan çıkarması gibi…
İstediğiniz an şiir yazabiliyor musunuz? Bunun altında yatan bir ilham var mı?
Bazen şiir kendini yazdırır, bazen de şair yazmak için eline kâğıdı, kalemi alır. İlham, bir şiiri baştan sona yazdırmaz.
Fakat bir kelime gelir aklınıza, bir benzetme çok hoşunuza gider ve sırf o kelimeyi, o benzetmeyi kullanmak için şiire koşarsınız.
Şiirle meşgul olduğum zamanlarda görüyorum ki, eğer şair bir konu başlığıyla şiirini yazacaksa, sanki kitap yazar gibi çalışması gerekiyor.
O konu hakkında bilgi edineceği kitapları okuyor, bilgileri bir araya getiriyor sonra bir kurgu hazırlayarak şiirini yazıyor.
Dursun Ali Erzincanlı : Ortaokulda başladım
Sesinizde yüreklere dokunan bir tını var. Şiire ve şiir okumaya olan merakınız ne zaman başladı ve ilk şiirinizi kime okudunuz?
İlkokulda hem Türkçemiz gelişsin hem de okumamız güçlü olsun diye öğretmenimiz metin okuturdu. Sıranın bana gelmesini heyecanla beklerdim.
Kendimi duyacak şekilde metin okumak çok hoşuma giderdi. Ortaokul ve lisede okul müsamerelerinde metin veya şiir okunacaksa bana okuturdu öğretmenlerim. Beni daha sonra şiir yarışmalarına gönderdiler.
Şiir yazmamda ortaokul döneminde başlamıştı.
İlk şiirimi aileme okumuştum. Yazdığım şiirleri okumamdan en çok edebiyat öğretmenim muzdarip olmuştu. Her yazdığımı ona gösteriyordum.
Bir gün şiir yazmayı çok seven ama şiir yazacak kadar edebi bilgisi olmayan padişahın iki de bir şiirlerini okuduğu vezirin verdiği cevabı söyledi bize:
“Padişahım, redif yok, ölçü yok, vezin yok, kafiye yok ama şiir çok güzel.” Ben de o günden sonra bunların ne olduğunu araştırmaya başladım.
Biz sizi “peygamber şairi” olarak biliyoruz. Böyle tanınmanızdaki en büyük etken nedir?
Peygamber şairi çok büyük bir makam. Allah Teâla o şairlerin sevgisiyle yaşatsın beni. Şiirlerimin konusu Peygamber Efendimizin hayatı olduğu için, dinleyenler de hüsnüzan besleyip böyle dua ediyorlar.
Peygamberi ve asrısaadet dönemini anlatırken sanki o dönemi yaşıyorsunuz ve yaşatıyorsunuz. O an siz neler hissediyorsunuz?
Şiirlerimi yazarken aslında aklımda olan sadece şiiri okuyacağım an. Ben okumak için şiir yazıyorum.
Öyle yazmalı, bahsettiğim konuyu öyle sunmalıyım ki dinleyenler sanki o olay şu anda olmuş veya oluyor diye bir hisse kapılmalılar.
Sonra gördüm ki gerçekten de bu metod konunun anlaşılması ve en önemlisi de şiirin dinlenilir olması için çok gerekli bir metod.
Üretmek için zamana ihtiyacımız var
Arkanızda her kesimden çok önemli bir hayran kitlesi var. Toplumun size olan ilgisi ve sevgisi üretkenliğinize yansıyor mu?
Dinleyicilerimiz elbette bizi daha güzelini ortaya çıkarmamız için teşvik ediyor.
Eserlerimizi sunduğumuz programların sayısı arttıkça üretkenlik de azalma eğilimi gösteriyor.
Üretmek için zamana ihtiyacımız var. Yine de hamdolsun 21 yılda 10 albüm yapmayı ve dinleyicilerimize sunmayı bize lütfetti.
Sizi ekranlarda ilk Veysel Karani’yi canlandırmanızla tanıdık. Veysel Karani filminde Veysel’i oynarken neler hissettiniz? Duygularınızı paylaşır mısınız?
Benim oyunculuk eğitimim yok her ne kadar İstanbul’a geldiğim ilk yıllarda yönetmen Mesut Uçakan’ın yanında çalıştıysam da, daha çok prodüksiyon tarafındaydım.
Yönetmen Nazif Tunç Bey beni aradığında kendisine oyunculuk eğitimimin olmadığını söylemiştim. O da bana: “Sizden oyunculuk istemiyorum, olduğunuz gibi davranın.”
Tabi bu yaklaşım beni rahatlattı. Sonra filme başladığımız zaman yavaş yavaş sanki Veysel Karani’ymişim gibi hissetmeye başladım.
Seçici davranıyorum…
Sizi farklı projelerde görebilecek miyiz? Bu rolleri siz mi seçiyorsunuz yoksa yapımcı ve yönetmenler size mi yakıştırıyor?
Aslında kamera önüne geçince onun da çok farklı bir tadı olduğunu anlıyor insan.
Zor ama zevkli bir meslek. Benim asli olarak yapmak istediğim şiirle Efendimizi (S.A.V) anmak ve anlatmak olduğu için dünyanın projelerine pek kafa yormuyorum.
Fakat Diriliş dizisindeki rolümden sonra bende de böyle bir beklenti hâsıl oldu. Kalıcı eserler bırakıyor insan ardında.
Yine de Peygamber Efendimiz(S.A.V)’in hayatını konu alan roller olmalı diye seçici davranıyorum.
Sesinizin ve kalbinizin naifliği ile bütün gönüllerde taht kurdunuz. Yaklaşık 15 yıl süren radyo programcılığı serüveninize tekrar geri dönmeyi ister miydiniz?
Özel radyoların yayın hayatına başladığı o ilk yıllar, radyo programcılığı için mükemmel yıllardı.
Radyolar hem kendilerini geliştiriyor, hem de bizi yetiştiriyorlardı. O günkü yaşımızın verdiği enerji ve radyonun cazibesi yıllar geçtikçe azalmaya başladı.
Belki de bu şiir albümleri ve programları yeni cazibe merkezi olduğu için böyle düşünüyorum ama o yıllara tekrar gitmeden o günkü heyecanı bugün alacağımı sanmıyorum.
Ömer Halisdemir beni seçti
Demokrasi kahramanı Şehit Ömer Halisdemir’i anlattığınız “Otuz Kuş” şiirini yazarken çok ağladığınızı belirtmiştiniz. Bu şiir nasıl bir maneviyatla yazıldı?
İşte şiirin, şairi oturtup kendisini yazdırdığı en güzel örnek 15 Temmuz kahramanı Şehit Ömer Halisdemir’dir. Darbe teşebbüsü olmuş, insanlar ölmüş, yaralanmış, bir millet büyük bir travma yaşamış.
O ilk günlerde yaptığımız tek şey saatlerce televizyonun karşısında oturup, bazen hiç kımıldamadan olanları anlamaya çalışmaktı. Akşamları nöbet yerlerinde toplumsal bir terapiye katılıyoruz.
Beni sağlıklı düşünüp, bir plan dâhilinde şiir yazmam o gün için çok çok zor bir meseleydi. Haberlerde şehidimizin adı, hikâyesi geçiyor, daha doğrusu yazdığı destan anlatılıyor.
Herkes gibi beni de çok etkileyen bir fedakârlıkla, bile bile ölüme yürüyüşü aklımı ve kalbimi daima meşgul ediyor.
Henüz 15 gün olmuştu. Demek ki taşmaya kadar geldi ki ben bir şiir yazmaya karar verdim. Yazarken dikkatimi çeken şey şu oldu:
Yazdıklarım birkaç saat içinde haberleri izlerken, yolculuk yaparken, aklıma gelip kalbime inen cümlelerdi bunlar. Sonra anladım ki içimde yazılan cümleleri ben sadece kâğıda döküyorum.
Müziği ve klibiyle 15 günde tamamlanıp nöbetlere yetişti şiir. Bu konu açılınca şu cümle geliyor kalbime;
“Ben konu olarak Ömer Halisdemir’i seçmedim. O, şair olarak beni seçmiş.”
Ahir zamanın da ahirindeyiz
Toplumumuz şu an pandemi, orman yangınları, seller zaman zaman birçok musibetle karşı karşıya kalıyor. Bu olaylara nasıl bakmalı ve nasıl değerlendirmeliyiz?
Bizler inanan insanlarız. Dünyanın da bir insan gibi yaşlılık dönemini yaşadığını hepimiz görüyoruz.
Ahir zamanın da ahirindeyiz. İnsanların kendi elleriyle yaptıklarının neticesini yine hem onlar, hem de onların çocukları görüyor ve görmeye de devam edecek.
Başka gezegenler var mı, oralarda su ve hayat var mı diye yapılan araştırmalara harcanan ekonomik güç şu dünyamıza harcansaydı ve insanlar olarak dünyayı evimiz olarak kabul etseydik herhalde bugün farklı bir dünyada yaşıyor olurduk.
Son olarak sevenlerinize söylemek istediğiniz naçizane birkaç kelamınız var mı?
Tüm kardeşlerime şunu söylemek isterim: hiçbirimiz bu dünyaya isteyerek ve bir bedel ödeyerek gelmedik.
İnsan olarak yaratılmamız hususunda bize bir şey sorulmadı. Mademki bizi yoktan var eden bir yaratıcı var ve bizi bu dünyada yaşatıyor.
O halde onun bizden istediklerini yapmak suretiyle ebedi bir hayatı, bedelini ödeyerek kazanabiliriz.
Dünya O’nun, biz O’nunuz… Bir misafir gibi yaşayıp, ev sahibini razı ederek buradan ayrılmamın yollarına bakalım.